Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 0 | 0 | |
EURO | 0 | 0 | |
Bir insan sadece kendini değil, temsil ettiği kurumu da anlatır. Peki ya o kurumu temsil yeteneğinde yetersiz ya da başarısız olursa?
Geçtiğimiz günlerde sanat ve edebiyatla ilgili bir etkinlik için, bu alanda görevli bir kişinin ofisini ziyaret ettim. İlk izlenim sıradandı. Sıcak bir karşılama, birkaç nezaket cümlesi… Fakat sohbet ilerledikçe karşımda başka bir kişilik beliriverdi. Konu sanattan uzaklaştı, kişi kendi başarılarını anlatmaya başladı. Diksiyonu, ses tonu, duruşu… Her detay rahatsız ediciydi. Kendini anlatırken kurumun temsil niteliğini zedeleyen, konunun özünden uzak bir tavır sergilemekteydi O an şunu düşündüm: Bir insan, bir makamda oturabilir. Ancak o makamı gerçekten taşıyabilir mi?
İşte bu noktada karşımıza çıkan kavram: Liyakat. Liyakat, sadece alınmış diplomalarla ya da elde edilmiş unvanlarla sınırlı değildir. Liyakat, temsil sorumluluğunun farkında olmak, ait olunan kurumu içselleştirmek ve iletişim biçiminden oturuşuna kadar bu temsilin hakkını verebilmektir. Hatta ses tonu bile önem teşkil eder. Hele ki bu kişi sanat, kültür, edebiyat gibi toplumsal alanlarda görevliyse… İşte o zaman hem temsil hem de liyakat çok daha önemli hale gelir. Çünkü toplumun en örnek gösterilecek yeri olma özelliğini taşır. Düşünün ki Türk dil kurumunda çalışıp Türkçeyi konuşamayan bir insanı temsil yetkisi olan biri, kurumu doğru yansıtamadığında yalnızca kendini değil, bağlı olduğu birimi, çalıştığı kişileri ve yapılan işi de gölgeler. Bu bir birimde olsa bile tüm kurum için olumsuz etkidir. Bu yüzden topluma dönük görevlerde sadece bilgili değil, donanımlı ve farkındalık sahibi kişilere görev verilmelidir. Herkes her yerde olamaz. Doğru, temsil edemeyen ellerde ne kurum ne başarı yürütülebilir olur. Unutmayalım: Temsil bir duruştur, liyakat onun omurgasıdır.
Sibel ATAPEK